Kitap okumanın, özellikle de roman okumanın entelektüel gereklilikleri var sanırım.
Çünkü roman okumak, avamın ya da anadolu ağzıyla köylü kaygılarından arınmış olmayı gerektiriyor gibi. Safa Gürkan’ın örneğindeki gibi, “tohumu at, hasadı al” mantığıyla düşünen biri, meyvesini geç veren bir şeyin değerini anlamakta zorlanıyor. Hızlı sonuç alamadığı her şeyi küçümseme, hatta itibarsızlaştırma eğiliminde.
Bu eğilimle entelektüel bir hedef belirleyen insan genelde tsundokuya düşüyor sonra da okumadığı hâlde okumuş gibi yapıyor. Çünkü avam bilinci ya da başka kaygılar düşünsel etkinliklerini de etkiliyor. Her şeyin hemen karşılığını alma isteği, sabrı ve olgunlaşmayı engelliyor.
Bu yüzden de bilgiyle ilişki, derinlikten çok yüzeysellik üzerinden kuruluyor. Estetik kaygıları oluşmadan, bilgiyi anlama ve ilişkilendirme yetenekleri gelişmeden ve grileri görmeden bilgiyle muhattap olmaya başlıyor. Ve bu hâlin pragmatik bir tarafı var. 25 yaşına kadar hiç kitap okumadan, kendini pişirme, olgunlaştırma pratiklerini atlayarak pişmiş olgunlaşmış gibi görünebilmek. Ama bu da zaten bir avam kaygısıdır.
“Hocam roman okumak nedir ya. Ekonomi, iş, para, tarih kitapları okunur ama edebiyatın çağı geçti.”