Kimin Müslüman Olduğuna Sen mi Karar Veriyorsun?
Bu çağın en tuhaf cümlelerinden biridir bu: "Kimin Müslüman olduğuna sen mi karar veriyorsun?"
Basit bir reaksiyon gibi görünse de saklanamaz bir inançsızlığın acemice kamüfle edilme iradesinin bir dışa vurumudur bu..
Kişi açıkça "dinlere inanmıyorum" diyor. Kur’an’a, Peygamber’e, dine ait değerlere, camiye, ezana, tesettüre, medreseye karşı cephe alıyor. Aynı yolun yolcuları da tüm bunları bu asrın en büyük atılımları sayıyor.
Hayatı böyle bir çizgide devam ediyor ve sonlanıyor. Yapıp ettiklerine nedamet getirdiğine yönelik de elde mevcut bir veri yok.
Ama ne garip ve hazindir ki, ölümünden sonra belli bir çevre tarafından zoraki "Müslüman" kisvesine büründürülmeye çalışılıyor. Sanki ölünce otomatik olarak İslam’a dâhil olunuyormuş gibi.
Bunlardaki mantık hep aynı işliyor:
Yaşarken dine savaş aç, öldüğünde cenazeni Müslümanlar kaldırsın, adına rahmetler okunsun, dua edilsin. Ne güzel değil mi?
Ama din böyle bir maskeli balo alanı değildir.
İslam, "hoşuma giden kısmını alayım, canımı sıkanı atayım" dini değildir.
Bu din, insanın su içişinden yatması ve kalkmasına kadar hayatını tanzim eden bir nizamdır.
Kuralları vardır, ilkeleri vardır.
Ve bu kurallar kişisel keyfe göre değil, Allah ve Resulü’nün hükmüne göre belirlenmiştir.
Dolayısıyla bir Müslüman, bir kimseye rahmet okunup okunamayacağına, cenaze namazının kılınıp kılınmayacağına karar verirken kendi duygusuna bakmaz; şer’î hükme bakar.
Bu dinin akaidi vardır, fıkhı vardır.
Ve bu iki ilim, "kim mümin sayılır, kim sayılmaz" meselesinde ölçüyü koymuştur.
Bir insan kendi iradesiyle "ben bu dine inanmıyorum" dediyse, biz ona inanmadığı dine göre işlem yaparız.
Bu kadar basit.
Kimseyi zorla dinin dışına itmek için değil kendini zaten din dışında tutmuş birini sınır içi yaparak İslâm'ı sabitesiz bir mefkûre biçimi haline getirmemek için..
Ama günümüzde bir kesim var ki,
İslam’ın bütün sembollerine düşmanlık ediyor; sonra da Müslümanların iman ölçülerine itiraz ediyor.
Camiye gerek yok diyorlar,
tesettüre çağdışı diyorlar,
ama öldüklerinde "camiye gelsinler, imam dua etsin" istiyorlar.
Hayır kardeşim, İslâm dileyene istediği rolün verilebileceği rastgele bir tiyatro değil bir iman taahhüdüdür.
Bir Müslüman rahmet okurken bile akidesine sadık kalmak zorundadır.
Duygularına değil, dinine kulak vermek mecburiyetindedir. Birine rahmet okumak da, dua etmek de şartlara tabidir. Çünkü rahmet, iman üzere yaşadığına şahitlik yapılan ve ölene dek bunun aksine bir söylem veya eylemine şahid olunmayana dilenir.
İman etmemiş olana rahmet dilemek, Allah’ın hükmüne muhalefet etmektir.
Ve bu meselede kimsenin "bana göre" deme hakkı yoktur.
Onun için diyoruz ki:
Biz kimsenin Müslüman olup olmadığına karar vermiyoruz.
"Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin."
Biz sadece kişinin kendi tercihini, kendi sözünü, kendi hayatını esas alıyoruz.
İradesini küfürden yana kullanmış birine rahmet okumamak ne nefret, ne kibir, ne de taş kalpliliktir.
Bilakis, hakkın hatırını her şeyin üstünde tutmaktır.
Yaşarken İslâm'ın saadetine yüz çevirmiş olanların öldükten sonra da rahmetine mazhar olmayacaklarını dillendirmektir.
Çok net değil mi?